103. Sıkıcı İşlerin Çaresi

“Bu iş neden bu kadar sıkıcı? Neden hep ben uğraşıyorum? Bu kadar basit bir şey neden saatler sürüyor?” Hayat, tam da bunlarla dolu. Canımızı sıkan işler, anlamsız görevler, vasatlık, monotonluk, aksilikler… Can sıkıntısı yaratan hiçbir şeyden hoşlanmıyoruz. Canımız sıkılsın istemiyoruz. Beynimiz doğası gereği yeni, ilginç, zevkli olanı aramaya koşullanmış. Bu yüzden ilgimizi cezbetmeyen, bize anlamlı gelmeyen görevlerle karşılaştığımızda, onları basit birer rahatsızlık olarak değil; kimliğimize ve hayatımızın anlamına yönelik bir tehdit gibi algılıyoruz. Sanki zamanımızdan, hayatımızdan çalan, özgürlüğümüzü kısıtlayan birer yük gibi… Peki, tüm bu zorlukları daha kolay hatta daha eğlenceli hale getirmek nasıl mümkün olur?

100. Her Sabah Yeniden Başlamanın Gücü

Yaşanıp geçen onca sabahın içinde, insanın kendine dönüp ‘’Bugün yeni bir yerden başlayabilirim’’ demesi hayatını nasıl değiştirir? ”Bugün de aynı olacak” hissiyle değil, ”Bakalım bugün neler olacak?” merakı ve açıklığıyla yaşamak. Her sabah, dün kaldığımız yerden devam etmek yerine yeniden başlayabilmek… Bugün dünün devamı olmak zorunda mı? Kendi içinde yeni bir başlangıç olabilir mi? Ve buna gerçekten bir şans verirsek, o günü nasıl yaşarız? Kim oluruz o gün? Hayat akıp giden bir nehirse eğer, sabah saatleri, o nehirde küçük bir kıyı bulma şansı sunar bize. Bugün de geldim. Bugün de buradayım. Ve hayatta her gün, yeni bir ihtimal.

99. Hazır Hissetmeden Başlayabilmek

Bir işe başlamadan önce çoğumuz, kendimizi tamamen hazır hissetmemiz gerektiğine inanıyoruz. Ertelediğimizde, denemeye bile yanaşmadığımızda, eyleme geçmek yerine, olduğumuz yerde durmayı seçtiğimizde, kaçıp sığındığımız başlıca mazeretlerden biri bu: ‘’Hazır değilim.’’ Önümüze çıkan fırsatlar karşısında neden bu düşünceye sarılıyoruz? Başlamak için neden hazır hissetmeyi bekliyoruz? Beklemekle başlamak arasında bir eşik, hazır olmak. Ve çoğu zaman, bir duygu değil; yalnızca bizim verebileceğimiz bir karar.

98. Zor Zamanların Duygusu: Umut

Adı geçince kulağa hoş gelen ama aslında içinde yalnızca cesaret değil, korku da taşıyan, hem dirençli hem narin bir duygu. Aydınlığı, güzel günleri kovalayan ama her zaman zorluklarda, karanlıklarda doğan bir duygu. Zor zamanların duygusu, umut. Ona en çok ihtiyaç duyduğumuz anlar, endişeyi, korkuyu, belirsizliği en derinden hissettiğimiz zamanlar. Peki, zorluklara rağmen yola nasıl devam edebiliriz? Dünyaya küsmeden, kendine küsmeden yarının bugünden biraz daha iyi olabileceğine inanmak nasıl mümkün olur?

97. GÜZEL ŞEYLER – Yüzünü Güneşe Çevirmek

”Güzel Şeyler” serisinin ikinci bölümü, hayatın bize sunduğu sade bir mutluluk hakkında: Yüzünü güneşe dönmenin mutluluğu. Yüzümüzü güneşe çevirdiğimizde, neden tüm bedenimizle ısındığımızı hissediyoruz? Güneşin yüzümüzde bıraktığı sıcaklık izi, beynimizin buna verdiği tepki, gün ışığının gölgedeyken bile sağladığı iyileştirici etkisi… Doğayla kurduğumuz en derin bağlardan biri, güneşle buluşmak.

96. Kendine Karşı Dürüst Olmak

Ortada belirgin bir sebep yokken neden bazı insanlara antipati duyuyoruz? Bazılarına neden ilk andan itibaren yakınlık hissediyoruz? Bizi biz yapan kararlar, seçimler gerçekten bilinçli mi? Kendimizi tanıdığımızı sanıyoruz, ama gerçekte kim olduğumuz hakkında çok az bilgimiz var. Bilinçdışı, hayatımız üzerinde sandığımızdan çok daha güçlü bir etkiye sahip. Düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımızın büyük bir kısmı, tıpkı okyanusun altındaki güçlü bir akıntı gibi, farkında olmadan bizi belli yönlere doğru sürüklüyor. Kimi zaman istediğimiz yöne, kimi zaman hiç beklemediğimiz, anlam veremediğimiz yerlere. Bazen huzurlu bir sahile, bazen sert kayalıklara… En derin yanımız, karanlıkta saklı. Ve kendimizi tanımanın yolu, o karanlığa bakabilme cesaretinde.

95. Hoşlanmadığımız İnsanlar ve Mecburiyet Duygusu

İstemesek de hayat bizi zaman zaman hoşlanmadığımız insanlarla bir araya getiriyor. Bazen bir sofrada otururken ‘’benim burada ne işim var?’’ duygusu çörekleniyor üzerimize. Ya da bir davette, bir toplantıda zoraki gülümserken buluyoruz kendimizi. İçimizde kaçacak yer arıyoruz. ‘’Burada olmak istemiyorum ama mecburum’’ duygusu. Mecburum diye sürdürdüğümüz ilişkilerde aslında hangi kayıpları göze almaktan korkuyoruz? Mecburiyet sandığımız ilişkilerin ardında hangi sebepler gizli? Zorunlulukların ortasında kendimize ait bir alan yaratabilir miyiz? İstemeden, hoşlanmadan devam ettirdiğimiz ilişkilerde, gücümüz ve özgürlüğümüz nerede?

94. Duygusal Bir Yük: Mecbur Hissetmek

Kendi yarattığımız mecburiyetlerin mahkumuyuz. İç dünyamızda sürekli bir ‘’zorunluluklar listesi’’ ile yaşıyoruz. Yalnızca başkalarıyla olan ilişkilerimizde değil, kendimizle kurduğumuz ilişkide de ağır bir yük, mecburiyet. Oysa kendimizi mecbur gördüğümüz her durum, sandığımızdan çok daha fazla seçeneğe ve özgürlük alanına sahip.